Zeynep Tümertekin
Tasarımın merkezi olarak kalmayı hedefleyen Londra şehri, orada gerçekleşen tasarım etkinliklerine bir yenisini daha ekledi. Bu yıl ilki gerçekleşen Londra Tasarım Bienali 7-27 Eylül tarihleri arasında, 2003’ten bu yana tekrarlanan Tasarım Festivali ile eş zama nlı düzenlendi. Direktörlüğünü üstlenen ICON dergisinin eski editörü Christopher Turner, bienalin asıl amacını şu şekilde özetlledi: Tasarımın global dünyadaki yerini ve modern hayattaki değiştirici gücünü gözlemlemek.Thomas More’un ikonik kitabı “Ütopya”nın yayınlanmasının 500. yılına ithafen ilk bienalin konusu “Tasarımla Ütopya” olarak belirlendi.Otuz yedi ülkenin katıldığı sergide tasarım ekipleri, ütopya fikrinin tarihi ve insanlığın yüzleştiği esas problemleri konu alan yerleştirmeler yapmaları konusunda teşvik edildi. Sergilenen yerleştirmeler her ülkenin özgün tasarım düşünce yaklaşımını gösterdi.Bu özgün yaklaşım katılımcı ülkelerin karakter özelliklerini yansıtıyordu. Ağırlıklı olarak doğal kaynakların azalması, göçler, toplumsal bellek, kültürel zenginlik ve gündelik yaşam gibi ziyaretçilerin de, zaman zaman interaktif katılımıyla kendileriyle ilişkilendirmesi beklenen temalar seçilmişti. Somerset House’taki ülke sergilerinden Türkiye, Fransa, Lübnan, Hindistan ve Rusya sergileri beğlamla kurdukları ilişki açısından etkileyiciydi. Türkiye katılımını IKSV organize etti.
Türkiye- Dilek Makinesi
Türkiye katılımı için Autoban’ın tasarladığı “Dilek Makinesı” Somerset House’un batı kanadında; Fransa, Japonya, Norveç , Hollanda ve Almanya gibi ülkelerin bulunduğu koridorda yer alıyor. Batı kanadına girer girmez tavanda göze çarpan pinomatik boru yerleştirmesi merak uyandıyor ve ziyaretçileri Türkiye sergisine kolaylıkla çekiyor.Avrupa Birliği ütopyası Brexit tasaile büyük bir darbe aldı. Batı medeniyeti, Ortadoğu ve Afrika’dan siyasal ve ekonomik nedenlerden ötürü yola çıkan göçmenleri bir tehdit olarak algılıyor. Avrupa’da daha iyi bir yaşam hayali/ütopyası ile yola çıkan bunca insan için tasarım dünyasının yeni bir ütopya kurgulamasının tam zamanı. Üstelik Türkiye bu göç yolunun tam merkezinde bulunuyor ve ülke topraklarında şimdiden üç milyondan fazla göçmeni barındırıyor. Tasarımın teması olarak bu girdinin seçilmesi kaçınılmaz oluyor.
Umudun tek itici güç olduğu bu yolculukta göçmenler tıpkı küratöryel danışmanlardan Paul McMillen’ın ifade ettiği gibi, dilek ağacının dalına bağlanmış notlara dönüşüyorlar. Anadolu kültüründe yaygın olarak görülen dilek ağacından yola çıkan tasarımcılar, katılımcıları daha iyi bir gelecek için umut beslemeye teşvik ediyor. Açık bir davetiye olan bu kürasyon harekete geçmek konusunda bir başlangıç noktası yaratıyor. Autoban’ın bir tasarım objesine devşirdiği pnömatik sistem fikri, hava basıncı ile çalışan bir dilek makinesi. Mekan kurgusu transparanlığı ve yansıtıcı yüzeyleri ile bir sonsuzluk algısı yaratıyor. Gergi aynalarla kaplı olan sergi alanına girildiğinde dileklerini yazan pek çok katılımcı ile karşılaşıyorsunuz. İnteraktif bir tasarımın parçası olmaktan herkes memnun gözüküyor. Ziyaretçiler dileklerini yazıp özel şeffaf kapların içine koyuyorlar. Şeffaf tüplerden yapılmış altıgen bir tünelin içinden geçerek, tünelin ucundaki kapağı açıp tüpleri makineye yerleştiriyorlar. Dilekler bilinmezliğe doğru umut yolculuklarına başlıyorlar.
Tasarım Ekibi: Autoban ; Seyhan Özdemir, Sefer Çağlar
Proje Ekibi: Çağla Gürbay, Zeynep Akten
Küratöryel Danışmanlar: Paul McMillen, Zehra Uçar, Koray Malhan
Grafik Tasarım: Umut Südüak
Fransa -Le Bruit des Bonbons
Nesnelerin; anıları, yaşanmışlıkları ve kültürel mirası özümsediğine değinen Benjamin Loyauté bu ilişkilendirmeyi şeker ile kurmuş. “The Astounding Eyes of Syria” filmi ile Suriye problematiğine değinen Loyauté nesnelerin sembolik yükünün ve anımsattıklarının asla yok olamiyacağını vurguluyor. Savaş trajedisinden sağ kurtulan anıları toplayarak yeni bir yaşanmışlık yaratmayı deneyen Loyauté, Suriyelilerin şekerle olan hikayelerinden yola çıkarak yine yeni bir şeker yaratıyor, “Louloupti”. Şeklini Asurlu arkeolojik bir figürden alan pembe şekerler Fransa sergisindeki satış otomatından satın alınabiliyor. Şekeri anıları iletici bir araç olarak kullanan film yapımcısı, filmi izleyip empati kuran herkese “Utopia” yı “Heterotopia” ya dönüştürmek üzere bir yol açıyor.Şeker satışından kazanılan para Suriyeli göçmen çocukların eğitimi için kullanılacak.
Lübnan -Mezzing In Lebanon
Beirut sokak yaşantısı Londra’nın en görkemli yapılarından birinin ön verandasına kurulmuş, Thames Nehri’ne doğru bakıyor.Küratör Annabel Karim Kassar’ın maskelemeden ve müdahale etmeden Londra’ya taşıdığı Beirut sokak kesitleri, birbirinden çok farklı olan iki kent mekanı aracılığıyla yeni bir deneyim yaşamamızı örgütlüyor. Bütün distopyalara rağmen iyimserliğini korumayı sürdürebilen Lübnan halkını öven yerleştirme bize yaşamın olduğu haliyle bile kutlanması gereken bir olgu olduğunu hatırlatıyor. Mekana kurulmuş nargileci, kahve dağıtan Lübnanlılar ve buram buram Falafel kokusu sizi Londra’dan kopar tıp Beirut’un sokaklarına gönderiyor.
Hindistan -Chakraview
Ülkenin son yüz yıllık tasarım endustrisine derinden bakan sergi, Hindistan’ın kültürel mirasının, geleneksel dokumacılığının ve antik mitolojisinin nasıl tasarım ile beraber yürüdüğünü yansıtıyor. Sergi, kullanılan güçlü renkleri ve yaratılan kaotik mekan algısı ile Hindistan’ı somutlaştırıyor. Ülkenin Kast sistemine rağmen oluşmuş zengin tarihi ve çok katmanlı karakteri yeniden bakıldığında ütopik bir işbirliği olarak algılanabilir.
Rusya -Discovering Utopia: Lost Archives of Soviet Design
İdealist Sovyet tasarımcıların kaybolan arşivi. Rusya sergisi 1960-1990 yılları arasında VNIITE Tasarım ve Araştırma Enstitü’sünde oluşan yeni tasarım eğilimini, tasarımcılardan topladıkları belgeler ve malzemelerle ziyaretçilere sunuyor.Glasnost ile dağılan Sovyetler içinde yok olan bu enstitü ve tasarımlar, tasarımcıların bireysel çabalarıyla bir araya getirilerek derleniyor. Bu avant-garde tasarımlardan ancak çok azı üretilebiliyor. Devlet ideolojisine ve modern insanı yüceltmeye odaklı projeler zamanının Batı tasarım estetiğinden sert bir şekilde ayrışıyor.
Yunanistan- Utopian Landscape
Yunanistan katılımının küratörleri iki kız kardeş Niki ve Zoe Moskofoglou.Kökeni yine Yunancadan gelen ve kelime anlamı “yok-olmayan yer” ve “mükemmel olan yer” olan“ütopya” temasına sağdık kaldılar. Somerset House’un doğu kanadındaki iki odayı kaplayan yerleştirme aynı zamanda hem iç mekanda hem de dış mekanda sergilenen tek ülke katılımı. Yunanistan’ın önemli doğal kaynaklarından biri olan mermeri bir tür metefor olarak kullanıp günümüzün değişken ticaret yolları,insan hareketleri ve sosyal-kültürel durumununa dikkat çekiyorlar. Ütopyanın yansıttığı;hiç bir yerde olma, kayıp olma ve hayal kurma hisleri üzerine çalışan küratörler mermeri güçlü bir yansıma olarak kullandılar. Parthenon’un yapımında kullanılan mermerin doğum yeri olan Dionysos taş ocağını dijital ortamda tekrar yaratmak üzerine çalışan Niki ve Zoe ütopyaya “yolcu” nun bakış açısından yaklaşıyorlar. Günümüzün göç sorunsalına ilgi çeken ikili; kimlik karmaşası, maddiyat, insan hareketleri ve ticaret yolları üzerinden kültürel çevreyi araştırıyorlar. Tanıdık olduğumuz göç ve ticaret haritalarını bir kenara bırakıp, yeni bir harita yaratmayı amaçlayan küratörler; lokal-global insan göçleri ve kültür-fikir akışları üzerine derinlemesine düşünüyorlar. İç mekanda yer alan yerleştirme Yunanistan’ın mermer taşımacılık tarihini ve kültürel sosyal göçün Yunan halkına kattıklarını anlatan bir videodan oluşuyor. Avluda bulunan yerleştirme ise aydınlatma tasarımcısı Eleftheria Deko tarafından projelendirilmiş. Günümüzde insanlar Yunanistan aracılığıyla yaşayacak güvenli bir yer bulma hayali ile başka ülkelere göç ediyorlar. İnsan hareketlerini ve göçleri daha da detaylandırmak ve bu olguların üzerinde düşünmek için tarih boyunca oradan oraya dolaşan mermeri metafor olarak kullanmaları zanaatkarların ve tasarımın insan aidetinde ne denli etkili olduğunu vurguluyor.