Demet Arslan Dinçay
Dr. İTÜ İç Mimarlık Bölümü
İç mekan tasarım sürecinde malzemenin belirlenmesi, ilk tasarım fikirleriyle eş zamanlı başlar. Tasarımcının bu aşamada bilgi birikimi, deneyimi, malzeme çeşitliliğine hakim olabilmesi, total mekanın görsel ve fonksiyonel uyumunu sağlayabilmek için son derece önemlidir. Malzeme, davranış özellikleri, uygulama biçimleri, olanakları, kısıtları ve fiziksel çevre kontrol sistemleriyle uyumlu çalışması gibi pek çok teknik başlığın yanında, iç mekan atmosferini belirleme anlamında da önemli bir rol oynar. Henry Wooton “Element of Architecture” adlı çalışmasında malzeme seçim kriterlerini Vitruvius’un mimarlık kuramında etkili olan temel gereksinimine dayandırır ve “dayanıklılık, uygunluk ve güzellik” kavramlarıyla açıklar (Edwards, 2011). Malzemenin dayanıklılığı, temel olarak, mekanın kulanım amacıyla uyumlu olması biçiminde açıklanabilir ve çoklukla objektif bir kriterdir. Ancak uygunluk ve güzellik tanımları subjektif bir seçimi çağrıştırır. İç mekan tasarımında malzeme seçimi için, esinlenme, önceki deneyimlerin tekrarlanması, adapte edilmesi gibi yaklaşımlar olduğu gibi, analiz ve senteze dayalı akılcı bir başka yoldan da söz edilmelidir. İhtiyacı tam olarak karşılayacak ve tatmin edici çözüme ulaştıracak malzemeyi belirlemek, malzemenin teknik verilerini analiz etmek ve bütçe kısıtları çerçevesinde hareket etmekle başlar. Sentezleme aşamasında ise deneyimler devreye girer ve ihtiyaç programında yer alan mekanların tasarımcının hayal ettiği görünümle eşleştirilmesiyle sonuçlanır (Edwards, 2011). Bu anlamda Vitruvius’un özetlediği biçimiyle “dayanıklı, uygun ve güzel” olanı belirlemek fonksiyonel, teknik ve estetik beklentileri optimum düzeyde karşılamak şeklinde yorumlanabilir. Öyleyse, iç mekanda malzeme seçimi, fonksiyon, tasarım kriterleri, kullanıcı faktörü, bütçe gibi pek çok farklı belirleyiciyi aynı anda doğrulayabilecek bir kararlar bütünüdür. Ancak, uygun ve güzel olmak tanımları sadece estetik anlamda tatmin edicilikten daha büyük bir kavramı ima ediyor da olabilir. Mekan ve malzeme arasında kurulması gereken fonksiyonel ilişkiler yanında malzemenin taşıdığı anlam, bir başka temel belirleyici olarak düşünülmelidir.
Mekanda Anlam Arayışları ve Malzeme-Anlam İlişkisi
Mekanı anlamlandıran unsurlar ya da atmosferi oluşturan anlamlardan yola çıkacak olursak, Heidegger’in bakışıyla devam edebiliriz. Ona göre mekan değerlendirmesi, beden, duyu, duygular ve içgüdüler yoluyla yapılabilir (Sharr, 2010). Öyleyse mekan, duyularla deneyimlenen, hissedilen bir yerdir, denebilir. Mekanı deneyimleme, hissetme noktasında, insanı kuşatan yüzey ve donatıların malzeme niteliği önemli bir kriter olarak belirmektedir. Benzer şekilde Pallasmaa, tenin gözlerinde mimarlığın salt görme ya da klasik beş duyu yerine, birbiriyle etkileşen ve kaynaşan bir duyusal deneyim alanı içerdiğinden bahseder. Pallasmaa, Adrian Stokes yazılarından bir alıntıyla dokunsal ve tatsal deneyimler arasındaki hassas aktarımı örnekler ve onun Verona şehri için söylediği “Bu Verona’yı dokuna dokuna, yiyip bitirmek istiyorum” sözüne değinir (Pallasmaa, 2014). Bu alıntı ile bütün bir kent dokusuna yayılım gösteren mermerin bütünleşik duyuları harekete geçirişi, atmosferi şekillendirme gücü ve duygu sürekliliğindeki etkisi ortaya konmuştur. Ona göre tüm duyular, dokunma duyusuyla bütünleşiktir (Pallasmaa, 2014). Dokunma duyusunun mekanda yüzey ve donatı malzemeleriyle eşleştiğini düşünecek olursak, malzeme seçiminin önemi bir kez daha ortaya çıkmış olur. Mekanı ya da atmosferi deneyimlerken duyuları bütünleşik biçimde harekete geçiren, malzemelerin niteliği ve elbette sembolik olarak bellekteki karşılıklarıdır. Sembolik anlam “geçmişten bugüne süreklilikle taşınan ve mekan kullanıcıları tarafından doğrudan alınan bir mesaj” olarak tanımlanabilir. Benzer bir bakışla, Günther Ficsher mimarın yaratım sürecini değerlendirirken, “mimarlık tarihi boyunca üretilmiş şifrelere başvurarak anlam yaratabileceğini” belirtir. Ona göre mimar, sadece anlamsal gönderimleri değil, binanın bir değerler skalasında nerede yer alacağını ve izleyicinin de bu yeri tanımlayıp tanımlayamayacağını göz önünde tutar. Bu durumu bir değer şifreleriyle açıklar, mimarın istediği yere ulaşmak için kullanacağı bağlayıcı kuralları konum, büyüklük, malzeme, biçim, düzenleme olarak sıralar (Fisher, 2015). Yapıda kullanılacak malzemenin seçimi de bu kurallardan biridir. Kullanılacak malzemeye ulaşmak ne kadar zorsa, bina değerler skalasında o denli önemlidir. Fisher, mermerin mimarlık tarihi boyunca önemli yapılarda kullanımını bu biçimde açıklamakta ve değerler skalasında daima üst sırada olduğunu ifade etmektedir. Doğal taşın anlamsal karşılığı ya da mekanda kullanıcıya verdiği doğrudan mesajı açıklamak, gösterge bilimsel bir yaklaşımla mümkündür. Bu yaklaşım ile, mekan atmosferinin şekillenmesinde kullanılan malzeme ve nesneler, birer simge olarak tanımlanır. Post modern kuramcı Baudillard’a göre malzemeler nitelik anlamında birbirlerinden ayrışır, ancak bütünleşik bir sistemin parçaları olarak kültürel simgelerdir (Baudrillard, 1996). Malzeme yapının bir parçası ya da bu bütünleşik yapıyı oluşturan bir bileşen olarak düşünüldüğünde, anlam bütünlüğünün oluşmasındaki önemi de ortaya çıkar. Baudrillard, bir başka doğal malzeme olan ahşap üzerinden yaptığı irdelemede, ahşabın doğallığı ve zamanı liflerinde yaşattığından, bahseder (Baudrillard, 1996). Bu bakışla, malzemenin fiziksel nitelikleriyle bünyesinde var olan özellikler elbette mekanın da bir parçası olma, hatta atmosferi domine etme anlamında etkin olacaktır.
Fiziksel Yapısı ve İç Mekan Tarihinde Doğal Taşın Anlamını Aramak
Baudrillard’ın yaklaşımı ile ahşap gibi doğal taşın da taşıdığı anlamı, öncelikle fiziksel doğasından başlayarak açıklamak gerekir. Mermer, yıllarca yer altında kalan magmanın, yeryüzüne çıktığında geçirdiği etkileşimle oluşur. Dünyanın alt katmanlarında geçirdiği uzun süre içinde, faklı tözlerin bir araya gelerek kendi özelliklerini bütüne aktardıkları doğal bir malzemedir. Kalıcıdır, dayanıklıdır ve yaşar. Her bir mermer cinsi, içinde barındırdığı tözlerin rengi, dokusu ve sertliği ile belirlenen faklılıklar taşır. Onları yansıtan, ama kapsayan yapısı ile mermeri, bu özellikleri ışığında, yaşanmışlıkları barındıran, deneyimli, ortam koşullarından etkilenmeyecek kadar kendiliği yüksek gibi tanımlarla nitelemek mümkündür. Malzemenin fiziksel özelliklerinden türetilen bu kavramlar, yüzyıllar boyunca biçimlendirdiği yapılara da aktarılan temel karakter özellikleridir. Mermer, tarih öncesi çağlardan başlayarak yapı malzemesi ve iç mekan yüzey malzemesi olarak mimarlık tarihinde her dönem dini ve sivil mimarinin kamusal yapılarında vazgeçilmez olmuştur. Örneklemek gerekirse; Antik Yunan uygarlığı, yapısal malzeme olarak doğal taşın doruk noktasına ulaştığı dönemdir. Kusursuz düzgünlük ve sağlamlıkta yüzeyler, biçimler elde etmek fikriyle, temel yapı malzemesi olarak tiyatrolar, stadyumlar, tapınak ve hamamlarda karşımıza çıkar. Bu dönemde konut mimarisi taş yerine daha az dayanımlı kerpiç ya da ahşap malzemeyle şekillenmiştir. Anadolu’daki Efes-Artemis, Sardis-Kibele tapınakları gibi ilk mermer büyük binalar bu dönemde inşa edilir (Mutlu, 2001). Roma Dönemi’nde yapısal taş kullanımı yerini yeni güçlendirilen betona bıraksa da mermer, bina cepheleri, duvar yüzeyleri ve döşemelerde kaplama malzemesi olarak kullanılmaya devam eder (Mutlu, 2001). Çağın teknolojisi gereği, kaplama malzemesinin kalın bir ikinci duvar yüzeyi oluşturması ve yüksek maliyetine karşın, Roma’da mermerin, saraylar ve asillere ait konut mimarisini de şekillendirdiğini görürüz.
Roma Dönemi’nden sonra Batı uygarlığı, saldırılar ve yıkımlarlakarşılaştığından, kent yaşamı geriler ve kamusal yapılarda ekonomik darboğazın sonucu olarak ahşap malzeme kullanımı başlar. Doğu’da ise Bizans mimarisinde mermer, yine kaplama malzemesi olarak önemli kamusal yapılarda yerini alır. Bu dönem iç mekan kaplamalarında da yine bir doğal taş kökenli bezeme olarak mozaikleri sıkça görürüz. Mermer kaplama ve mozaikler iç mekanda kütlenin ağırlığını yok eder (Mutlu, 2012). Orta Çağ’da yine dini ve sivil mimarinin kamusal örnekleri olarak katedraller ve yönetim binaları doğal taş işçilikleriyle birlikte belleğimize kazınmıştır. Coğrafyalar, biçimlenişler, teknikler değişse de doğal taş / mermer ve erk anlamsal birlikteliği sürer. Avrupa’da Gotik Çağ mimarisinin dinamik ve dikey biçimleri taşın keskin biçimlenişleri ile baskıcı bir atmosfer yaratırken, Anadolu’daki dini yapılarda incelikli oyma ve bezemeler yapının kalıcılığını ve gücünü insancıl ve zarif etkilerle harmanlar. Rönesans, antikiteyi yeniden keşfeden dönem olarak, Antik Yunan mimarisini taklit eder. Mermer işçiliği, hem iç mekan yüzeylerinde, hem de mekanla bütünleşen heykellerde Rönesans’ın vazgeçilmezidir (Pevsner, 1977). Mermer, konut yapıları olarak saraylarda da, iç mekan yüzeylerinin tümünü giydirir; incelikli işlemeler ve heykellerle karşımıza çıkar (Mutlu, 2012). Yaşamın kutsallığını ortaya koyan hümanizm, yapılarda mermerle hayat bulur. Güç bu kez, yaşamın ve insanın kişisel mekanındadır. Barok ve Rokoko dönemleri de mermer kullanımında kamusal binaların işçilikle bezendiği dönemlerdir. Biçimsel kaygılar arttıkça mermer, doğasının izin verdiği sınırları zorlayacak biçimde işlenir, bezenir. Bir 17. yüzyıl yapısı olan Santa Maria della Vittoria Kilisesi’nde Bernini, farklı renklerde kullandığı mermer kaplamalara yansıyan ışığın etkisini sürekli değiştirir, mekan algısını farklılaştırır (Pevsner,1977). Mermer bu kez de ışıkla birlikte iç mekan atmosferinin belirleyici öğesi konumundadır. Farklı coğrafyalarda, benzer şekilde tüm önemli kamusal yapılarda mermerin başrolde olduğunu görürüz. 18. yüzyılda kendi coğrafyamızda da dini ve askeri kamusal binalarda mermerin kullanımı ve atmosfere etkileri bağlamında pek çok benzer örnek sıralamak mümkündür. Yapıların mimari dillerinde, cephe biçimlerinde farklılık olsa da doğal taş kullanımı ile kazanılan güç ve kalıcılık anlamları ortaktır. Özer’in deyişiyle cepheye uygulanmış süs ve dekorasyon geçmişte ve günümüzde, çeşitli düzeylerdeki mimarilerde, ait oldukları toplumların çağdaş kültürlerinden kaynaklanan nitelikte çok başarılı sonuçlara ulaşmıştır. Doğal taş malzemeyi bu anlamda, bezeme potansiyeliyle de mimari dönemlerin biçimsel belirleyicilerinden biri olarak tanımlamak mümkündür. Tarihsel süreçteki bu örnekler de gösteriyor ki, yapımın amacı erkin gücünü göstermek ya da saygınlık yaratmakla eşleştiğinde kamusal yapılar, yer ve zamandan bağımsız olarak, çoklukla mermer malzemeyle inşa edilmiş, biçimlenmiş, bezenmiştir. Ve mermer, -şekillendirme biçimleri değişse de- temelde aynı atmosferik etkiyi iç mekanlara katmıştır. 20.yüzyılda, rasyonalizmle arınan mimarlık anlayışı, yine de doğallıktan ve doğal taştan vazgeçmez.
Çağdaş İç Mekanlarda Doğal Taş ve Anlamı
Rasyonel mimaride doğal taş kullanımını Mies Van der Rohe’nin Alman Pavyonu’nda izlemek mümkündür. Yapı elemanı olarak duvar, soyut ve somut anlamlarıyla kullanılırken doğal taşla bütünleşir. Serbest plan düzeni içinde mermer, bu kez tarihsel süreçteki örneklerinden farklı olarak mekan yüzeylerinin temel malzemesi değil, ancak odak noktasıdır. Mermerin biçimlendirilmeden, yontulmadan bir bütün plaka halinde duvarın kendisi olarak kullanıldığını görürüz. Dış mekanda traverten suyla buluşurken, iç mekanda dört farklı doku ve renkteki mermer plakalarıyla bütünleşir. Mermeri, bu geçirgen-geçici pavyon yapısının kalıcı ve köklü unsuru olarak tanımlamak mümkündür. Yapı sanki bu plakalar tarafından taşınır gibidir. Mermer, gücü ve doğallığı ile mekandaki yalınlığa cevap verir, rengi ve dokusuyla iddialı kimliğini atmosfere taşır. Tasarım ve yapım endüstrisi küreselleştikçe malzeme seçeneklerinde yerel, kültürel, tarihsel bağların ortadan kalktığını, yepyeni malzemelerin teknolojik olanaklarla farklı coğrafyalardaki iç mekanlarda yerini aldığını görüyoruz (Gagg, 2013). Yapım olanaklarındaki gelişmeyle doğal taşın da strüktürel görevi indirgenmiş, çoklukla kaplama malzemesi olarak kullanımı devam etmektedir. Bu anlamda doğal taşın köklerinden gelen anıtsallık, güç ve statü kavramlarının daha ekonomik yollarla, yapılara aktarıldığı söylenebilir. Çağımıza ait örnekler içinde taşın anlamını yansıtabilecek önemli bir başka yapı Peter Zumthor’un İsviçre Vals’de yer alan, Therme Vals kaplıca otel kompleksidir. Zumthor, yapı tasarımında en önemli noktanın duyusal nitelik olduğu fikriyle hareket eder (Sharr, 2010). Bu bakışla, kullanıcının mekan içindeki duyusal deneyimi, atmosfere aktarılan tasarım mesajı olarak tariflenebilir. Onun “İşe başlarken binaya ilişkin geliştirdiğim ilk fikir malzemeyle ilgili olur. Bence mimari bununla ilişkilidir, kağıtla ya da biçimlerle değil. Önemli olan mekan ve malzemedir” anlatımı mekan yaratımında, atmosferin malzemeyle organik bağını ortaya koymaktadır (Gagg, 2013). Bu yapıda işlev malzeme seçimini domine etmiş, su mermerle kapsanmıştır. Doğal bir ikili olarak taş ve su, Zumthor için birer malzeme ve fenomen olmanın ötesinde düşünsel kavramlar taşırlar (Sharr, 2010). Tasarımcı, malzeme ve taşıdığı anlamla ilgili yorumunda ise malzemelerin maddeselliğinin, insanı dünyayla ilişkiye sokabileceğine değinir ve hafıza yoluyla yaşanmışlıkları canlandırdığını belirtir (Sharr, 2010). Bu açıdan malzeme, mekan atmosferinde yaşadığımız andan daha öncesini de hissettirecek bir araç gibi düşünülebilir. Bugünün iç mekanlarını biçimlendiren mermer de çağlar boyunca sahip olduğu anlamı çağdaş mekanlara aktarmaktadır.
Günümüzde Konut İç Mekanlarında Doğal Taş Kullanımı
Görülüyor ki mimarlık tarihi boyunca önemli kamusal iç mekanlar üyük oranda doğal taşla giydirilmiş, konut yapıları ise ancak malikin gücüyle orantılı olarak bu malzemeyi içermiştir. Bazı malzemelerin değerler skalasındaki yerleri tarihsel koşullara bağlı olarak değişiklik göstermiştir. Örneğin ahşap, bir dönem için Osmanlı’da saray mimarisinde dahi kullanılırken, başka bir dönemin yoksulluk göstergesi olmuştur. Günümüzde ise sağlıklı, biyolojik mimarlığının simgesi olarak görülmektedir. Buna karşılık 50’li yılların futurist malzemesi olan beton sonraki on yıllarda değerli malzemeler skalasında aşağılara düşmüştür (Fisher, 2015). Bu noktada bir saptama olarak çağdaş dönemler dışında, konutun geçicilik kavramıyla eşleştiği, kalıcı ve güçlü olanınsa erk sahipliği olduğu söylenebilir. Yakın dönemde ise doğal taşın konut iç mekanlarındaki kullanımının giderek yaygınlaştığı gözlenmektedir. Konut iç mekanında malzeme kararları farklılaşmış, doğal taş daha çok tercih edilir hale gelmiştir. Yaygınlaşmada malzemenin çıkarım, üretim ve yapım sürecindeki teknolojik gelişmelerin etkisi olduğu bir gerçektir. Ayrıca doğal taş, son yılların yükselen değerdeki iç mekan malzemesi olarak da konutlarda tercih edilmektedir. Bu tercih noktasında, günümüzde malzeme teknolojisindeki zengin çeşitliliğe rağmen hala doğal taşın üst sıralardaki yerini korumasını tarihsel süreçte belleklere kazınan kavramlarla ilintili düşünmek yerinde olacaktır. Tarihsel süreçte kamusal iç mekanlarda deneyimlenen etkiler, bugünün konut iç mekanları için de geçerli duruma gelmiş, kamusal atmosfer kişisel mekana aktarılmaya başlanmıştır denebilir. Bu bakışla, konutlarda doğal taşın kullanım bulmasıyla malzemenin taşıdığı anlam da kamusal iç mekanlardan kişisel iç mekanlara kaymaya başladı. Günümüzde konut iç mekan atmosferi, tarihsel süreçteki geçici ifadesinden farklı olarak kalıcılık ifadeleriyle donanmaya başladı; statü ve güç kavramları kişisel mekanda da aranır oldu. Doğal taş, fiziksel özellikleri ve tarihsel süreçte süregelen kullanım alışkanlıkları sebebiyle çağlar boyu mimari biçimlenmelerin en önemli malzemesi oldu. Dini ve sivil mimarinin kamu yapılarında strüktürel ya da kaplama malzemesi olarak kullanımı çağlar boyu devam etti. Bu sürekliliğin doğal bir sonucu olarak, kullanım biçimleri kuşaklar boyunca belleklere kazındı, anlamsal bir değer kazanmasına neden oldu. Tarihsel sürece baktığımızda, yer aldığı yapının fonksiyonu ve yapım amacı doğrultusunda erk, statü, güç, kalıcılık gibi kavramlarla eşleştirebildiğimiz mermer malzeme, bugün konut iç mekanlarında sık kullanılan bir malzeme haline geldi. Yüzey kaplaması ya da objeler ölçeğinde iç mekanları donatan mermer, belleğimizde yer alan anlamını iç mekan atmosferine taşımakta. Bu bakışla, mermerin konut iç mekanında yaygınlaşmasıyla geçmişin kamusal iç mekanındaki güçlü anlamlar kişisel mekana kaymaya ve kullanıcının yaşamına katılmaya başladı. Başka bir deyişle günümüz konut iç mekanlarında mermerin yaygın kullanımını, kişisel mekanda kalıcılık ve statü arayışıyla açıklamak mümkün olabilir. Geçmişin geçicilikle eşleşen konut yaşamında bugün, güç, statü ve kalıcılık kavramları aranır olmaya başlarken, doğal taş da bu kavramları temsilen iç mekanda önemli bir rol üstlenir oldu.